California Dreamin'
Geçen hafta başladığım ve zaman zaman döneceğim Bolgheri hikayesinin doğal devamı gibi geldi, Bolgheri, Castagneto Carducci ve Bibbona kasabaları üçgeni içinde sevdiğim yerleri yazdım.
Benden bu dönemde zeytinyağı yazısı beklenebileceğini tahmin etsem de canım başka şey anlatmak istedi. Çok sevdiğim, Toscana’nın façalı korsanı Livorno’ya varana kadar gitmeye, dönmeye doyamadığım bir dolu yer var. Livorno’ya kadar gitmiyorum bu seferlik, geçen haftanın konusu Bolgheri DOC topraklarıyla sınırlı tutuyorum…
Bu hafta yazımın bir de “film müziği” var. California Dreamin’…
La California Toscana’nın sahil şeridinde, Bolgheri’nin eteklerinde ne zaman sınırlarına girip çıktığınızı anlayamayacağınız kadar küçük bir kasaba. İtalya’nın adını da güzergahını da çok sevdiğim Fi-Pi-Li yani Floransa- Pisa-Livorno yolu üzerinden çıkışlarını görebilirsiniz. Olur da oralardan geçerseniz üşenmeyin, direksiyonu kıvırın. La California tabelasını her gördüğümde gülümserim ve de otomatikman California Dreamin’i mırıldamaya başlarım.
Benim için bu kasabanın önemi İtalya sınırları içinde en sevdiğim Enoteca’lardan birini barındırıyor olmasında. California kasabasının içinden geçerken bir benzin istasyonu var. Benzinciyi arkanıza alıp sağ çaprazınıza baktığınızda Enoteca Ostinati’yi muhtemelen göremezsiniz. Çok dikkatli bakmanız ve de inatla bulmaya kararlı olmanız gerek… Tam adı Enoteca OstiNati dei Lassi. Ostinati İtalyanca inatçının çoğulu. Yazılışındaki anomali ile “ev sahibi doğanlar” anlamına da gelebiliyor. Lassi Enoteca’nın sahibinin soyadı ama aynı zamanda kafası karışık demek. Kafası dumanlıları ağırlamak için doğmuşların yeri gibi bir şey oluyor hermeneutik açıklaması.


Küçücük, yaptığı her şeyi büyük inat ve titizlikle yapan bir yer Ostinati… Mekan hacmiyle orantısız, inanılmaz bir şarap çeşitliliğine sahip. Bine yakın etiketten bahsediyoruz. Bunlar arasında Sassicai’nın yeni ve eski rekoltelerinden, Ornellaia’ya, Castelaccio, Satta’ya geçen hafta bahsettiğim tüm şaraplar ve niceleri var. Sadece Bolgheri değil tüm İtalya’dan özenle seçilmiş çoğu minicik üreticinin şarapları dolduruyor rafları. Fransa da es geçilmemiş… Özellikle de köpüklülerde.
Yemek menüsünde çeşit az ama asla zayıf değil. Tüm salaş havasına rağmen “ha” dediğinizde ülkenin en pahalı şaraplarından açabileceğiniz bir yerdesiniz ve de menü “ha” dediğinizde açabileceğiniz bu şaraplara her an eşlik edebilecek yemeklerden oluşuyor. Sadece peynir ve salam seçimi bile ömre bedel olsa da her gün üç dört çeşit “Primo piatto”, 5-6 çeşit de et yemeği oluyor. İyi bir Fiorentina ve İtalya’da yetişmiş Wagyu bifteği menünün olağan şüphelileri. Toscana’nın İmpruneta kasabasına özgü tüm bölgede yapılan Peposo’ya denk geldim mi hiç kaçırmam. Bölgenin kırmızılarıyla yaz günü bile gidiyor.


Slow Enoteca
Binlerce euroluk şarapların olduğu bu mini şarapçıda sabırlı olmak gerekiyor. Müşterinin sürekli kadehini dolduran, ne istediğini sorup duran bir servis beklerseniz mutsuz olmanız kesin. Mutfakta da salonda da tek kişi çalışıyor neredeyse. Zaten içerde dört dışarda üç masa var. Dört kişilik masa da değil hepsi.
Şaraba, üreticiye dair her türlü soruyu yılmadan yanıtlamalarını çok seviyorum. Tabaklar arası beklemek, ekmek kemirmek çok da umurumda olmuyor, ruhu güzel bu mekanda. Benim pahalı şaraplarım var diye bağırmayan, en ucuzundan en pahalısına hepsi karakter sahibi ürünlerle dolu bir mekan Ostinati. Kendini önemsemez, müşterisine içtiği fiyatın şarabına göre iyi ya da kötü davranmaz. Benim için sadece yediğim, içtiğim değil beslendiğim bir yer. İnsan olarak, tadımcı, yazar olarak. Şarap dışında kullandıkları her ürün iyi seçilmiş, araştırılmış. O nereden bu nereden diye sorarken bilmediğim üreticiler keşfetmek, bunları ziyaret etmek geçirdiğim günleri zenginleştiriyor.
Plajda iyi yemekler ülkesi İtalya
La california ile aynı yol üzerinde, San Vincenzo plajında La Perla restoran bölgede en sevdiklerimden. Önünden plaja girebileceğiniz restoranlardan ki yaz aylarında tadına doyulmayan bu tür plaj restoranlarla dolu İtalya. Şefi ve sahibi fıstık gibi bir kadın. Deborah. Yıllar içinde mutfakları epey değişse de değişen tarz içinde lezzeti baki kılmayı başardılar. İlk yıllarında daha fine dining çizgisindeyken yıllar içinde iyi yenen, fine dining restoran mutfağından izler taşıyan ama bol kepçe bir mekana dönüştü ki ben çok memnunum. O kadar güzel bir sahilde, öyle güzel bir restoranda sadece tadım menüsüne ve de menüdeki minicik porsiyonlara mahkum olmak, yazın o uçuşan havasına biraz ağır kalıyordu. Artık koskocaman kızartma tabağı ısmarlayıp buz gibi beyazınızla ya da buz gibi biranızla da hem iyi bir yerde yemenin hem de “aman Allah’ım plajdayım” demenin tadını çıkarabiliyorsunuz. La Perla’nın mahallenin buluşma yeri havasında bir barı var. Sabah kahvesi yanında harika kekler, brioşlar yemek için ideal. Benim ideal günüm La Perla’da kahvaltı, şezlong kiralayıp plaj sefası, La Pera’da öğle yemeği, plaj sefası, dönüş yolunda Ostinati’de güzel bir şarküteri tabağı eşliğinde köpüklü şarapla günü kapatmak.
Hemen yan kasaba Bibbona’daki La Pineta da müdavimi olduğum bir yer. Bolgheri yörüngesinde, Bibbona sahilinde bir plaj restoranı. Burada da şezlong ve şemsiye kiralayarak önünden denize girebiliyorsunuz. İtalya’nın en zor yer bulunan restoranlarından biri. Sanırım bir de yıldızı var. La Pineta, müşteri çevresiyle de salon çalışanlarının ciddiyetiyle plaj kenarında olsa da bir “kurum” içinde olduğunuzu hissettiriyor. Plajda da olsanız öyle ayağınızda terlikle gidebileceğiniz bir yer değil. Ağır abi hali var. Balık çorbalarına ve denk geldiğinde fırında akyalarını kaçırmıyorum. Makarnalar da her zaman son derece sade ve de leziziz oluyor. Yıllarca salonda bir tuhaflık, aklımın ermediği bir şeyler olduğu duygusu taşıdım. Salonda çalışan garsonun tek kişi değil ikiziyle birlikte iki kişi olduğunu çözene kadar bu tekinsizlik duygusu devam etti. Kendi başıma da çözmedim, sevgili Vedat Milor’un söylemesi gerekti, . Artık biliyorum. Garsonlar ikiz…
Aynı sahil üzerinde Bolgheri DOC bölgesi kasabalarından Castagneto Carducci’nin La Tana Del Pirata bahsettiğim diğer plaj restoranlarına nazaran biraz daha “sosyetik”. Fiyatlar da daha yüksek. Havuz sefası da yapabileceğiniz bir plaj. Manzara, deniz çok güzel. Boş bir havalılık hali değil. Çiğ balık ve makarna çeşitleri çok başarılı. Livorno’ya özgü balık çorbası Cacciucco’yu bulmak da mümkün.






Aynı kasabada sahilden ayrılıp şehrin tarihi merkezine gittiğimizde mutat mekan Da Ugo… Castagneto Carducci’nin en “yerli” lokantalarından da Ugo’nun yemekleri mi manzarası mı daha nefes kesici bilmiyorum. İlla ki hava kararmadan gidip pencerenin dibine oturmak şart. Kalite fiyat açısından bölgedeki en uygun restoranlardan. Bölgenin büyüklü küçüklü şarap üreticilerinden her damağı hoş tutacak bir şarap listeleri var. Av eti, güvercin gibi her zaman masanızda olmayacak etleri bulabiliyorsunuz Da Ugo’da. Makarnaları başka güzel. Geçen hafta Da Ugo’nun Ördek argu tarifini vermiştim…
Da Magone… Bolgheri’nin en meşhur bağlarının arasında bir kır restoranı. Çocukların koşturduğu, Toscana’ya özgü bir taş evden devşirilme baktığınızda restorandan çok evde düzenlenen bir nişan ya da düğünü andıran şenlikli bir hali var. Burada illa ki kocamanından bir t.bone yemek gerekiyor. Mangalda pişen etin kokusu başka bir şey yemenize izin vermeyecektir zaten.
Da Tognoni ise Bolgheri, Bolgheri içinde en sevdiğim yerlerden. Bir Enoteca. Bölgenin en büyük şarap seçkilerinden birine sahip. Ostinati’ye göre daha main stream olsa da çok iyi bir enoteca. Yaz ayları için açık havada yerleri olsa da yaz kış içerde oturmayı seviyorum. Kocaman, eski, ahşap masalarında etrafım şaraplarla çevriliyken yediklerimden daha çok zevk alıyorum. İlla ki tartar ve şarküteri tabağı alıyorum. İyi bir biftek yemek için de doğru yer. Çok iyi tramisu yapıyorlar.
Bir film: Hong Kong Ekspresi
La California’dan geçerken aklıma California Dreaming gelmesi gibi bu şarkıyı da duyduğumda illa ki Wong Kar Wai’ın Hong Kong Ekspresi’ni düşünürüm. Yönetmenin en sevdiğim filmlerinden diyeceğim ama işleri arasında sıralama yapılamayacak bir isim, onun için pes ediyorum. Japon ve Taiwan melezi yakışıklı mı yakışıklı Takeshi Kaneshiro ve dünyanın en güzel sigara içen adamı Tony Leung’un birlikte oyması benim adıma sanata magazin ve liseli genç kız efektleri de kazandırıyor.
Filmde Brigitte Lin Chin Hisai’ın canlandırdığı tetikçi kadın karakteri her daim güneşli gözlüğü ve yağmurlukla dolaşıyor. Her an güneş açması ya da yağmur yağması ihtimaline karşı. Bu kadar tedbirli olabilmeyi ne çok isterdim… Onlarca kez hiç sıkılmadan izlediğim bu harika filmin en önemli damarlarından biri Kaneshiro’nun sürekli son kullanma tarihi yaklaşmış konserve ananas alması. Doğum günü olan1 Mayıs’ta tedavülden kalkacak ananas arar kahramanımız. Filmde bunun bir yitik aşk metaforu olduğunu hatırlıyorum ancak kahramanımız neden son kullanma tarihine takık, ne izlerken idrak edebiliyorum ne de izledikten sonra hatırlayabiliyorum. Crap’s Last Tape’in muzu gibi bir şey burada ananas. Son kullanma tarihi geçmiş ananası yediği sürece sevgilisinin dönme ihtimalini de saklı tutuyor. Ya da öyle bir şey…
Filmden unutmadığım cümlelerden biri “her şey son kullanma tarihiyle birlikte gelir”. Her şeyin bir son kullanma tarihi var mıdır gerçekten? İlişkilerin, insanların da birer son kullanma tarihi olduğundan dem vurur film. Direnmek istediğim bir fikir bu. Güneş için gözlük, yağmur için yağmurluk giymek istesem de son kullanma tarihimizi kabullenmemekten yanayım. Müzeler hala bayıla bayıla kullanabileceğimiz tabak, çanaklarla dolu değil mi? Binlerce yıllık tohumlardan yeniden tahıl üretmemişler miydi? Yaşadığım yer, Roma sonsuzluğun şehri değil mi?
California Dreamin filmin ikinci aşk hikayesinin bitmeyen şarkısı. İlk ve ikinci hikaye arasında karakterlerin vücutlarının çarpışması dışında fazla bir bağlantı yok ama aynı ailenin çocukları gibiler. Aynı yalnızlık, yakında yabancılık, yabancıda yakınlık duygusu var iki hikayenin kahramanlarının hayatlarında da. Faye Wong hikayeye asıl girişini adı Midnight Express olan dönerci dükkanın tezgahında yapar ve sahneye sağır edici yükseklikte California Dreamin şarkısı eşlik eder. Yönetmenin klostrofobik mekanları, hırpalanmış objeleri, filmin müziğini birer karaktere dönüştürdüğü bu dünya içinde kentli, gösterişten uzaktan hiç de mükemmel olmayan aşklar anlatır film. Rüyayla başlayıp, rüyanın gerçek olduğu, ne rüyayken ne de gerçek olduğunda rüya olduğunu hissettiğiniz bir hikaye. Şarkıda olduğu gibi California’ya gitme hayali de kurmazlar. California gidilebilecek rüyalardan biridir ama rüyanın kendisi değildir. Faye karakterinin California’ya gittiğini ama gerçekleşen rüyanın çok da rüya gibi olmadığını anlarız ilerleyen sahnelerde. Tony Leung’un canlandırdığı 663 numaralı polis karakteri “kalmak” için yaratılmıştır. Faye ise gitmeyi hayal etmek için. Birbirlerine "gitmek de kalmak da neden olmasın” dedirtecek bir aşk doğar aralarında. Nasıl doğduğuysa gözlerimizin önüne açık açık serilmez. Yönetmen uzaklıktaki yakınlık, aynı anda bulunulmadan paylaşılan mekanlarla yaratır bu duyguyu. Birinin yokluğunda hissedilen ufacık bir şaşkınlıkla kocaman bir duyguyu anlatır. Karakterlerin naifliği, gerçekliği, gerçeküstülüğü oyuncuları birer meleğe dönüştürür. Bir hikaye nasıl bu kadar gerçek ve gerçek ötesi olabilir bilmiyorum. Küçük bir filmdir Hong Kong Ekpresi. Küçük, önemsiz insanların, önemsiz duygularını anlatır. Son kullanma tarihleri olan insanlar, bu tarih geçtikten sonra da yaşamaya devam eden insanlar.
Ne de olsa kumaşımız rüyalarla aynı değil mi?
Bir tarif, Patelleli makarna
Haftada en az bir kez beş kuşaktır Roma’nın merkezinde bir çıkmaz sokakta balıkçılık yapan Galluzzi ailesinin dükkanına alışverişe giderim. Geçen hafta Türkiye’den misafirim vardı. Misafirin bahtına balıkçıya gitmek içimdeki kumarbaza iyi geliyor. Şansımıza denizden ne çıkacak! 15 yıldır alışveriş yaptığım bu harika dükkanı geçen haftaki kadar renkli görmemiştim. İnanılmaz bir çeşitlilik vardı. Daha önce hiç rastlamadığım İtalyanca’da patelli olarak geçen Türkçe’de midye, şapka midyesi, tabak midyesi gibi farklı isimleri varmış. Eskiden Ayvalık’ta çok olurmuş artık unutulmuş… Ben Sicilya’dan biliyorum. Daha önce hiç pişirmemiştim.



Baktığınızda kaya parçasına benziyorlar. Öyleler de esasında. Gel git olan denizlerde kayalıkların üzerine yapışık yaşayan kabuklular olarak geçiyorlar. Bu kadar net deniz kokusu sadece deniz kestanesinde hissediliyor. Mis gibi denizi alıp eve geldim. Üzerindeki yosunları temizledim ama deli gibi de uğraşmadım tamamen gitmeleri için. Balıkçıma güveniyorum, temiz denizden olmasa o dükkanda olmazdı. Varsın tabağımızda biraz da taze yosun kokusu olsun dedim.
Yıkadıktan sonra zeytinyağı ve sarımsakta üç- dört dakika pişirdim. Yarım bardak beyaz şarapla yıkadım, alkolünü çektirip altını kapattım.
Başka bir tavada hızlıca sadece domates ve zeytinyağından bir sos pişirdim. Midyeleri ayıklayıp yarım dakika hep birlikte pişirdim. Harika bir makarna sosu oldu. Deniz ürünlü sosları iyi kaldıran Linguine kesim makarna kullandım! Yeni keşfettiğim Torre Annunziatalı üretici Marulo’nun Linguinesi. Üretici ile ilgili ilk izlenimim olumlu, kesin karar için birkaç kez daha kullanmam gerek.
Şansıma bir daha ne zaman çıkar bilmiyorum. Yolumuzda şaşırtan güzelliklerin daimi olması dileğimle.
Bugün de akşam oldu!
Haftaya ne yazacağım bilmiyorum…
Elvanım sen haftaya ne yazacağını bilme vallahi. Böyle senin uçuşan öykülerini yedeğe alıp, birlikte akıp gitmek çok keyifli oluyor inan ki... Sevgiler yolluyorum .
Petek