“Başlangıçlar zordur” diyor, bu satırları yazmakta bana kılavuzluk eden platform perisi. “Sonlar önemlidir” diyen bir filmi hatırlatıyor bu uyarı bana. Başlangıçlar zordur; sonlar önemli o halde.
“Neden ve neden şimdi” bir Substack edinme ihtiyacı hissettiğimi yazmam gerekiyormuş. Öyle diyor birinci madde… Ben de en başından başlayayım o zaman.
Sarı valizimle İtalya’ya göçeli 23 sene oldu. Aylaklıkla geçen ilk yılın sonunda Türkiye’ye dönüyordum ki kendimi bir İtalyan gastronomi kanalında çalışır buldum. Yemek kanalı Alice’nin anneliğini yaptım iki sene. İtalyan yeme ve içme kültürüne dalış o dalış, 23 senedir o sularda yüzmeye devam. YKY’den çıkmış yemek kültürü ve insan üzerine büyükler ve çocuklar için kitaplarım var. İtalya’nın gastronomi konusunda en önemli yayın grubu ve profesyonel mutfak sanatları akademisi Gambero Rosso’nun İtalya’nın Zeytinyağları Rehberi'nin final jürisindeyim. Floransa ticaret odasının tanıdığı resmi zeytinyağı panellerinden birinin parçasıyım. Gambero Rosso grubunun aylık dergisinin her ay bir ürün belirleyerek İtalya’nın en iyilerini seçtiği Le Classifiche dosyası için tadımlar yapıyorum. İtalya’nın Şarapları, İtalya’nın Şarküteri Ürünleri, Slow Food zeytinyağı rehberi Toscana bölgesi jürisi içindeyim. Çizme’de bizim gibi her şey tadımcısına “duyusal analiz uzmanı” deniyor. Gurme değiliz. Kişisel tercihlerini göz ardı ederek bir ürünü değerlendirebilen tadarlarız.Yaptığımız daha teknik bir iş. Zeytinyağı, şarap, bal, peynir, bira, kahve başlıca alanlarım.
Bu kadarı platform perisinin “Neden” sorusunu cevaplıyor sanırım.

Sorunun ikinci yarısı “neden şimdi”…
Son dört senedir Hürriyet’in Kelebek ekinde zeytinyağı köşem vardı. Pazartesileri, herkesin haftanın rutinine alışmakta zorlandığı güne zeytinyağı anlatarak başlıyordum. Başka yayın grupları zeytinyağı köşesi fikrine “niş” derken, Hürriyet “hadi yaz” dedi. Çoğu tanıdığım Kelebek ekinde zeytinyağı gibi ciddi bir konun işlenmesinin “yazık” olduğunu düşündü, söyledi.
Hürriyet’e bana bunca yıl ev sahipliği yaptığı için müteşekkirim. Politik duruşum gazetenin çizgisiyle aynı olmadığı halde, zeytinyağını niş bir mesele görmeyip, bir alan verdiler. Bazı konularda yazıların kesildiği, kendimi istediğim gibi ifade edemediğim oldu. Buna “vay vay vay” diye şaşırmak yaşadığımız dönemde pek gerçekçi değil. Sembolizmde İran sinemasıyla yarışacak kıvamda yazmak zorunda kaldığımız bir gerçek. İngilizlerin deyimiyle, Nevertheless, yıllarca zeytinyağının dertlerini, sevinçlerini anlattığım bir köşe oldu. Yazıların ömrü dolmuştu, ekonomik sebeplerle azalan Kelebek sayfalarında benim zeytinyağı dünyasını kurtaran yazılarım hepten anlamsız durmaya başlamıştı. “Elvan hadi yazma” dediler. Her hafta düzenli olarak bir adreste olabileceğimi herkesten önce kendime kanıtlamamı sağladığı için müteşekkir ayrıldım Hürriyet’ten.
Konfor alanıma dönüşen köşeden ayrılmak üzücüydü ama rahat bir nefes aldığımı da itiraf ediyorum. Yazılı basınla doğdum, yazılı basında doğdum. Kağıt seviyorum. Ekolojik olmadığını biliyorum. Ülke şartlarında anadilimde istediğimi yazabileceğim kağıt parçalarının neslinin tükendiğini de.
Bu yüzden Hic et nunc. Buradayım, şimdi
Bu noktada artık net olmalıymışım. Benden ne bekleyebileceğinizi bilmeniz gerekiyormuş.
Benden haftada bir yazı bekleyebilirsiniz. İçeriğin zeytinyağı, şarap, bal, kahve, peynir, yemek tarifleri, rakı, bira, çikolata, sinema, kitap merkezli olmasını bekleyebilirsiniz. Tüm bunları anlatırken asıl derdimin insan olmasını bekleyebilirsiniz… Tadıma dair pek çok şey bekleyebilirsiniz. Benimle İtalya’yı gezerek insanlarını, işlerini, doğayla bir olup, bazen de doğaya karşı ortaya çıkardıklarını tanımayı bekleyebilirsiniz. Son 10 yıldır, anne oldum olalı eskisi kadar seyahat edemesem de, İtalya dışında bir yerleri anlatmamı da bekleyebilirsiniz.
Bu aşamada bir Button ilave etmem gerekiyormuş ve de bir resim!
Dünyanın en önemli işini yaparmışçasına selfie çektiğim bir kare ile karşınızdayım. Yakını görememek insana önemli işler yaptığı havasını veriyor. Yılların bana bahşettiği miyopluğumu gururla taşıyorum.
Son maddeye geldiğimde platform perisi “söylediğimiz her şeyi yok say, canının istediğini yap” diyor. Fight Club orijinalliğindeki bu son cümle eskiden, sabırsızlıktan tüm romanların önce sonunu okuduğumu hatırlatıyor. Eski alışkanlıkları değiştirmeye direnmek o kadar kötü bir şey değil belki de…
Bense sizinle birlikte yeni alışkanlıklar yaratabilmeyi bekliyorum. Birlikte düşünmeyi bekliyorum. Yazarlık yalnız bir iş. Yalnız olduğu için sevip, yalnızlığından şikayet ettiğim bir iş. Ben yalnız başıma yazıp, siz yalnız başınıza okurken hep beraber olmayı bekliyorum.
Yazılar pazartesi günleri, eski alışkanlıkları bırakmamak lazım!
Bir Kitap: Amerika Dersleri - Gelecek Binyıl İçin Altı Altın Öneri
Italo Calvino’nun Amerika Dersleri okumayı asla bırakmadığım kitaplardan. Baş ucu kitabı dedikleri bu olsa gerek. Yemekle doğrudan alakası olmasa da hayata dair her şeyin sofraya dokunması gibi bu kitap da dokunur sofraya, bence. En azından benim dünyamda.
Calvino’nun Amerika’da, Harvard Üniversitesi’nde verdiği derslerin ölümünden sonra editörü tarafından kitap haline getirilmiş notları bunlar aslında. Harvard öğrencilerine şiiri anlattığı konuşmalara “6 Memos for the millenium” başlığını uygun görmüş yazar. 1985 yılından içinde yaşadığımız binyıl için Calvino’dan notlar… Düşüncesi bile heyecan verici değil mi?
Hafiflik üzerine olan ilk bölümü olur da bir süre okuyamazsam, özlerim. .
Calvino’yu çevirme gafletine düşmüyorum ama bir alıntı yapmadan da edemeyeceğim: “ yaptığım işe kesin bir tanım getirecek olursam şöyle derim: yaptığım şey çoğu zaman ağırlığın alınmasından ibaretti; kah insan figürlerinden, kah cennetlik mahlukatlardan, bazen şehirlerden hepsinden çok da hikayenin yapısından ve dilinden ağırlığı almaya çalıştım” diyor yazar.
Hafiflik, ağırlığın alınması, fazlanın çıkarılıp atılması…


İtalyan dilinin en güzel cümlelerinden bazılarını kuran bu harika yazarın söyledikleri, edebiyat için ne kadar geçerliyse yemek kültürü için de o kadar geçerli. İtalyan mutfağı üç malzemeyi geçmemeye çalışır. Kremalar, uzun boylu soslar literatüründe pek yoktur. Toprağıyla, deniziyle ilişkisini hiç kesintiye uğratmayan İtalyan iyi ürün almayı bilir, malzeme lezzetli olduktan sonra da fazla maharete gerek kalmaz.
Dünyanın iki farklı ucunda, tamamen zıt kültüre sahip, çok sevdiğim İtalyan ve Japon mutfaklarını, yapılarından ağırlığı çıkarmaya dayalı felsefeleri ruh ikizi kılıyor. Bunca farklılığa rağmen gelin görün ki Japonya ve İtalya demografik olarak da birbirlerine benziyorlar. İkisi de dünyanın en yaşlı; en sağlıklı yaşlılarına sahip ülkelerinden…
Sevdiğim şarapların bağbanları, sevdiğim ürünlerin yapanları, sevdiğim şeflerin, sevdiğim yazarın ortak söylemi “ işimiz eklemek değil, çıkarmak…”
Makyaja ihtiyaç duymayan, en leziz ürünlerin az, öz, birlikte mutlu oldukları tabaklar diliyorum hepimize, bir gün değil her gün...
Unutmadan… Hafiflik başlığı altında Annesi Danae’yi kurtarmak için Medusa’ya meydan okuyan Perseus’u uzun uzun anlatır Calvino. Nasıl da güzel anlatır! Ağırlık ve hafifliğin uçarcasına birbirini izlediği satırları hala okumadıysanız, ayırdığınız vaktin her saniyesini hak edecekleri muhakkak.
Bir tarif: Limonlu zeytinyağlı biftek
Madem başlangıçlardan bahsettik, ilk öğrendiğim İtalyan yemeğinin tarifini vermek istiyorum. Ankara’da öğrencilik yıllarımda İtalyan, pardon Sicilyalı arkadaşım Carlo Guarrera’dan öğrenmiştim.
Sevdiğiniz kasaptan, düzgün beslenmiş, düzgün yaşamış bir hayvanın antrikotunu alıyorsunuz.
Tuzlayıp kızgın ızgarada üzeri kızarıp içi çiğ kalacak şekilde pişiriyorsunuz.
Et kıvamını bulduğunda önceden hazırladığınız bol zeytinyağı, limon, sarımsak ve kekik karışımını üzerine atıveriyorsunuz. Bu kadar. Ben 25 ml kadar zeytinyağına küçüğünden yarım limon sıktım. Tek sarımsak kullandım. Etinizin büyüklüğüne, damak tadınıza göre ayarlayabilirsiniz.
Basitliğine bakıp burun kıvırmayın… Asıl iş tüm malzemelerin lezzeti yerinde olanını bulmak. Ve de harikasından ekmek alıp etin suyuna banmayı ihmal etmeyin…
Sonunda üye olup okumaya başlayabildim. Uzun zamandır yapamadığımız bir sohbet gibi geldi bu ilk yazı. Sen yalnız yaz, ben yalnız okuyayım ama bu anı paylaşalım aynı zamanda? Hmm...Bence olur. Hem de şahane olur. Eline ve aklına sağlık deyip diğer yazılara koşuyorum, arayı kapatıyorum.
Bell'articolo , splendida presentazione... hai superato la fatina di Substack!! mi ha fatto riflettere la possibilità di associare la foto con la bistecca all'olio e limone alla "leggerezza" o alla sottrazione. Eppure... forse un nesso riesco pure a vederlo!! ;-)